Ankara İtilafnamesi'yle Doğan Vaziyet
Ankara'da Fransız murahhası Franklin Bouillon ile görüşüldüğü ve henüz İtilafnamenin ilan edilmemiş olduğu günlerde Gaziantep'e kaçmış olan Ahmet Türkmen, Antakya'ya kırk elli nüsha beyanname göndermişti. Bunlar da, Antakya İskenderun mıntıkası için ayrı bir idare ve eski Bakras hükümetinin resmi alamet-i farikası olan ok ve tırpan işaretlerini havi (içeren) hususi bir bayrak istenilmesi yazılı idi. Yine bu günlerde, İskenderun'a Colonel Melangeau'nun riyasetinde bir Fransız heyeti gelmiş, memleketin ileri gelenleriyle temas ediyordu. O sırada arkadaşımız Rasim Yurtman ile, İskenderun'da bulunuyorduk. Bizi de çağırdılar. Heyet, ne gibi şikayetlerimiz olduğunu, nasıl bir idare istediğimizi sordu: "Her şeyden evvel Anavatanımız Türkiye'ye iltihak istiyoruz" cevabını verdik. "Bu, mümkün değil. Bizim maksadımız bu mıntıkada idaremiz altında kalan Türkleri memnun edecek bir idare şekli tayin etmektir. Bundan başka mevzuda bir şey görüşemeyiz" dediler. "Öyle ise, Suriye'den ayrı bir mıntıka olarak burada hususi bir idare kurmalısınız, milli ve içtimai Türk üstünlüğünün hakim kılınmasını isteriz" dedik.
Muhaveremiz esnasında harita üzerinde Türk ve Arap mıntıkalarını işaret ederken, tuhaf tesadüf, bilahare teşekkül eden"Müstakil İskenderun Sancağı" hudutlarını çizmiş olduk.
Ankara İtilafnamesi ilan edildi. İtilafnamede İskenderun ve havalisi için hususi bir rejimden, Türk bayrağına benzer bir bayraktan bahsedilmesi, şimdilik Anavatanın bu mıntıka ile fazla meşgul olamayacağını göstermekle beraber, üzerinde yürünebilecek bir esas kurulduğunu ümit ettirmekte idi.
Ankara İtilafnamesi'nin 3. maddesi: İşbu "İtilafnamenin imzasından itibaren azami iki ay müddet zarfında Fransız kıtaatı 8.nci maddede mezkur hattın cenubuna ve Türk kıtaatı hatt-ı mezkurun şimaline çekilecektir."
7. nci maddesi: "İskenderun mıntıkası için bir usul-i idare-i mahsusa tesis olunacaktır. Mıntıka-i mezkürenin Türk ırkından olan sekenesi (halkı) harslarının inkişafı için her türlü teşkilattan müstefit olacaklardır (yararlanacaklardır). Türk lisanı orada mahiye-i resmiyeyi haiz olacaktır."
8. nci maddesi: "Hatt-ı hudut İskenderun körfezi üzerinden Payas mevkiinin hemen cenubunda olmak üzere intihap olunacak bir noktadan başlayacak ve takriben Meydanıekbez'e doğru gidecektir" hükümlerini ihtiva ediyordu.
Esas İtilafnameye bağlı olan protokollerde, İskenderun ve Antakya mıntıkalarında mütemekkin (yerleşmiş) ahaliye, Türk bayrağını ihtiva eden hususi bir bayrak intihap etme selahiyetini vermek lazım geldiği tespit edilmişti.
İtilafname Türk halkının ümitlerini gelecek zamanlara atması itibarı ile Türklerde teessür ve yeis (üzüntü ve karamsarlık) yarattı. Üstelik Adana havalisinden çekilen Fransız işgal kuvvetleri ile beraber oradaki Ermenilerin çoğu ve Kuvayı Milliye'ye aleyhtar kimseler İskenderun mıntıkasına yerleştiler. Bunlar, çılgın bir kalabalık halinde etrafa Türk düşmanlığı saçıyorlardı. Şimdiden İtilafnamenin bir maddesindeki "Caractere populaire" taahhüdünün nakzedilmesi yolunu tutmuşlardır.
Umumi harbin ikinci senesinde Antakya'da Musa dağında isyan eden yerli Ermeniler Fransız gemileriyle Kıbrıs ve Mısır'a kaçmışlardı. Fakat mütarekeyi müteakip Fransız işgaliyle beraber yeniden köylerine dönmüşlerdi. Böylece İskenderun-Antakya ve havalisinde 30-40 bin kadar Ermeni toplanmış oldu.
Fransız idarecileri bu mıntıkadaki Alevilerin ve Hıristiyanların bir kısmını da Türkler aleyhine tahrik etmişlerdi.
Böylece Süveydiye nahiyesindeki Türk köyleri ile bazı Alevi köyleri arasında kanlı hadiseler çıkmasına meydan verildi. Aleviler Arapça konuştuklan için Fransız idarecileri tarafından Arap lisan ve kültürü meselesi ortaya atıldı. Aleviler Türk olduklarını bildiklerinden bu hususta bir iddiaya kalkışmamakla beraber bir kısmı, Fransız idarecilerinin günlük politikalarına ayak uydurmaktan ve hükümet taraftarı olmaktan vazgeçmediler.
Ankara İtilafnamesi'nin henüz mürekkebi kurumamışken İskenderun Sancağı, ırkların, dillerin, siyasi cereyanların çarpıştığı bir fesat yuvası haline getirilmişti. Zevahiri kurtarmak gösterişiyle Fransız idarecileri Antakya'da iktisadi ve içtimai maksatlarla muhtelif unsurlardan bir gençlik teşekkülü kurmak fikrini ortaya attılar. "Selamet-i Belde" adı verilen ve Türk, Arap, Alevi, Hıristiyan ve Ermeni azası bulunan bir cemiyetin mutantan surette küşat resmi yapıldı. Henüz acıları unutulmayan Süveydiye vakası, muhitin birden değişen ırki ve içtimai manzarası, böylece muhtelif unsurların iştirakiyle bir teşekkül vücuda getirilmesi fikrini, günün makul politikası olarak kabul ettiriyordu. En temiz Türklerden bazıları bile bu cemiyete aza yazılmışlardı. Her sınıf halkın iştirakiyle " Selamet-i Belde" tam bir halk teşekkülü olmuştu. Bir müddet sonra cemiyetin Türk azasının yabancıların tesirine karşı mukavemet göstermesi ve reisleri Samih Azmi'nin Ankara'ya gitmesi üzerine cemiyet hükümet tarafından kapatıldı.
Ankara İtilafnamesi gerek ahdi bakımdan, gerekse tatbikata fena başlanmasından ümitleri söndürmüştü. Yalnız bir iki kişi, istikbalde İtilafnamenin mühim rol oynamaya mesnet olacağını düşündük. Siyasi çalışmalarımızda bunu daima
ileri sürdük. Fransızlardan istediklerimizi de hep buna temas ettirerek hukuki sahada iddialarımızı ortaya atabildik.İtilafnameden şahsen benim de istifadem oldu. Şöyle ki, General Gouraud Suriye ve Lübnan'da fevkalade komiser iken Antakya'ya gelmiş, memleketin ileri gelenlerini hükümet konağına davet ederek bir nutuk vermişti. Nutkunda Fransızların, hak ve adalet prensipleriyle buralara geldiklerini, ekalliyetler (azınlıklar) hukukunu müdafaa etmeyi siyasi şiar edinmiş oduklarını; kendisinin de Türk muhibi (dostu) olması dolayısıyla buradaki Türklerin menfaatlerini himaye edeceklerini söyledi. Ben buna sinirlenerek "General! burada Türkler ekalliyet değil tam bir ekseriyettir. Burası tam bir Türk memleketidir. Eğer siz bir Türk muhibbi iseniz ona göre muamele yapmalısınız" diyerek söze karıştım.
Aradan iki ay kadar bir zaman geçmişti. Bir gün İskenderun mutasarrıf vekili Ethem Civelek, benimle üç arkadaşım hakkında, İrvat adasına gönderilerek iş'ar-ı ahire (sonra bildirilecek bir zamana) kadar orada alıkonmamıza dair General Gouraud'dan bir kararname çıktığını, fakat İskenderun mahalli otoritesi bunu icra etmek üzere iken İrvat adasındaki Türk menfilerinin (sürgünlerinin), Mersin limanında teslim edilecekleri tebliğ edildiğinden, kararın icra edilmediğini söyledi.
Memlekette yüksek tahsil görmüş münevverlerin adedi pek azdı. Muhitte amil olabilecek eski politikacılardan bazıları, Fransızlara ve Suriyelilere mal olarak tamamen menfi yol tutmuşlar, bazıları da bizimle beraber Türk davasını güttükleri için hapsedilmişler yahut kaçmışlardı. Halkın çoğu milli hislerini içlerinde gizlemek zorunda kalmışlardı. Yalnız Anadolu'da devam eden milli mücadelenin muvaffak olması için her Türk gece gündüz dua etmekte, kadınlar gizlice minarelere çıkarak gözyaşlarıyla Allah'a yalvarmakta, adak adamakta idiler. Gözler ve gönüller Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa'ya tevcih edilmişti.