geri

Fransızlar İdareyi Bırakıyorlar

 

   4 Haziran 1930 sabahı başkonsolosla delege arasındaki sert konuşmalar son haddini bulmuş ve Başkonsolos pasaportunu isteyerek Hatay'ı terk edeceğini bildirmişti. Bu haberin işitilmesi üzerine hepimizde artık davanın "Kuvayı Milliye" ile halledilebileceği kanaatı hasıl oldu. Bu yolda çalışmak üzere hazırlanmayı düşünürken, saat 11 'de Amerikan Asar'ı Atika Hafriyat (Eski Eserler Kazı) Heyeti Reisi komşum bana gelerek, delegasyondan delege muavini De Mingue'in telefon ettiğini, benimle görüşmek üzere şimdi geleceğini haber verdi.

   On dakika sonra De Mingue geldi ve "Türk-Fransız dostluk münasebetleri son saatlerini yaşıyor, tarihe karşı hepimiz mesul olacağız, küçük bir davadan büyük bir mesele çıkarmak her iki tarafi da meçhul akıbetlere (bilinmeyen sonuçlara) sürükleyebilir. El ele vererek buna mani olmaya çalışalım. Biz münevverlere düşen vazife budur. Size Hatay'ın idaresini terk edelim. Ümit ederiz bu şekil, siz Türkleri tatmin edecektir. Biz de memnun kalacağız" dedi. Ben "Bu teklifinizi ne sıfatla yapıyorsunuz" diye sordum. "Nim resmi bir sıfatla, teklifi kabul ettiğiniz takdirde Fransız mümessili' sıfatıyla" cevabını verdi. "İdareyi ne şartlarla bırakacaksınız?" sualime de "İstediğinizi yapmak şartıyla! demesi üzerine, "Buna şimdi söz verebilirsiniz, fakat fiiliyatta icraatıma mani olmaya çalışırsanız ne yaparız!" dedim. "Hayır böyle bir şey görürseniz hemen istifa edip çekilirsiniz" cevabını verdi." Şu halde ben idareyi aldıktan sonra istifaya mecbur olarak çekilirsem Türkiye ile harbi göze almalısınız. Çünkü bu teklifinizi ve şartlarınızı şimdi gidip başkonsolosa söyleyeceğim. Eğer Türkiye hükümeti bana, vazifeyi kabul et derse, kabul edeceğim. Davamızda, prensiplerimizden hiçbir şey feda etmeyerek bunların tahakkukuna (gerçekleşmesine) çalışırım. İcraatıma mani olmak, Türk davasına mani olmak telakki edilecektir. Teklifinize kati cevabı başkonsolomuzdan alırsınız, cevap müspet (olumlu) olduğu takdirde buna müteallik(ilişkin) diğer hususları da kendileriyle kararlaştırırsınız" diye vaki beyanatım üzerine De Mingue," Sözlerinizi ehemmiyetle kaydediyorum. Hilafında tarafımızdan hareket edilmeyeceğine teminat veririm. Görüştüklerimizi şimdi delege Garreaux'ya tafsilatıyla bildireceğim. Başkonsolosla görüşsünler" diyerek memnun ve mütebessim bir çehre ile teşekkür ederek ayrıldı. Ben de hemen konsoloshaneye gittim. Konsoloshanenin etrafında Cezayirli askerler nöbet tutuyorlardı. Celal Karasapan yanında Anadolu Ajansı Muhabiri İhsan Cemal Karabucak'la beraber canı sıkıntılı ve pek asabi bir halde bagajını hazırlıyordu. Bir iki saate kadar ayrılmak üzere olduğunu söyledi. De Mingue'nin bana gelip yaptığı teklifi ve aramızda geçen konuşmayı aynen anlatınca "Öyle ise Ankara'ya ikinci bir telgrafla vaziyeti bildirelim" diyerek şu telgrafı çekti: "Şimdi yeni bir teklif karşısındayız. Son kararınızın tehirini rica ederim. Payas'tan telgrafla görüşeceğim." Telefonla da delegeden randevu aldı. Oradan çıkıp partiye gittim. Partide idarenin bize bırakılacağına, bu hususta bana teklif yapıldığına dair havadis vardı, Soranlara haberim olmadığını söylüyordum. Meseleye bizim taraftan Karasapan ve İhsan Cemal'den başka henüz kimse vakıf değildi. Meğer havadis, Fransızların adamları vasıtasıyla delegasyondan De Mingue'nin bana geldiği dakikada sızmış ve yayılmıştı. Saat 15'te beni konsoloshaneye çağırdılar. Karasapan, delegenin tekliften haberdar olduğunu, ancak bunu De Mingue'nin şahsi bir teşebbüsü mahiyetinde karşıladığını, kendisinin tamamen bu fikirde olmadığını, mahaza menfi bir müdahalede bulunmayacağını söylediğini anlattı. Şu halde vaki olan teklif tam ve ciddi değildir diye düşündük. Acaba Karasapan'ın bu sabah Ankara'ya "Burada anlaşmak ümidi kalmamıştır, son tedbirlerinizi almanızı rica ederim, pasaportumu istedim" diye verdiği açık telgraf üzerine vakit kazanmak için bir oyun karşısında mı kaldık! Yoksa Fransız otoriteleri arasında ihtilaf mı var? Neye hükmedeceğimizi kestiremiyorduk. Bir taraftan da idarenin bize terk edildiğine dair şayialar dolaşıyordu. Akşam üstü Garreaux'nun delegelikten azledildiğini, yerine kumandan Collet'nin delege ve askeri kumandan tayin edildiği haberi çıktı. Gece Collet, bu haberi telefonla başkonsolosa bildirdi. Ertesi gün ahval (durum) sükünetle geçti. 5 Haziran sabahı Karasapan bana Collet'ye gidip görüşmemi ve vazifeye başlamamı tebliğ etti.

   Delegasyon binası aynı zamanda bir askeri karargah olmuştu; süngülü askerler, seferber zabitler, Collet'nin mesai odasında harita üzerinde çalışmalar, yerlerde telefonlar, tüfekler görülüyordu. İlk olarak tanıdığım kumandan Collet siyah ve parlak gözleriyle, zeki, ciddi ve karakterli bir insan intibaını veriyordu.

   İyi bir kolaborasyonla, işleri istediğimiz gibi intaç edebileceğinizi (sonuçlandıra bileceğimizi), muvaffak (başarılı) olduğumuz takdirde Türk-Fransız münasebetlerine yardım ederek memleketlerimize hizmet etmiş olacağımızı, Hatay davasının Atatürk'ün davası olduğunu bildiğini, bir asker olarak Atatürk'ü çok sevdiğini, ahval ve muamelatta (işlemlerde) objektif hareket edersek isabet edeceğimizi, birbirimize karşı muavenetlerimizi (yardımımızı) esirgemememizi, mütevazı bir lisanla söyledi. Bununla beraber gayemize yetişmek için istical (acele) edilmemesini istedi, statü mucibince bize her suretle yardım edeceklerini, buna mukabil bizden istedikleri hususun Fransız haysiyetini ihlal etmemek olduğunu ilave etti. Hangi daireyi işgal edeceğimi sordu. Belediye dairesini tercih ettim. "Bunu Belediye Reisi Ethem Çivelek'ten istemelisiniz" deyince "Ben bu isimde Belediye Reisi tanımıyorum, hatta kaymakamınızı dahi" cevabını verdim. Collet gülerek "De Mingue'le bunları da görüştünüz mü? Yerlerine kimleri getireceksiniz?" sualinde istical (acelecilik) gösterdi. İtiraf ederim ki, bu mevkilere kimleri yerleştireceğim henüz hatırıma gelmemiştı. Bu beklenmedik sual karşısında birden belediyeye Vedii Münir Karabay'ı, Antakya Kaymakamlığı'na Süreyya Halef'i istedim. Vedii Münir Karabay, belediye için uzun boylu düşünsem dahi bulabileceğim en mükemmel namzetti. Süreyya'ya gelince Kırıkhan kaymakamı iken intihap münasebetiyle bu vazifeden ayrılmış olması, Fransızlara muğber(gücenmiş) olarak partide bizimle çalışması, ansızın ismini hatırıma getirtti. Buna Mesalih-i Hassa zabiti hemen itiraz etti. Ben ismi tekrar edince Collet etrafındakilere "Siz karışmayın!" katibine de "Her ikisinin de kararını hazırla!" diye emretti ve muvaffakıyet diledi. Oradan doğru belediye dairesine vazife başına gitmek üzere ayrıldım. Ben'i kapıda bekleyen bir arkadaşı yanıma muhafız almıştım. Yeni Gün gazetecileri de iltihak ettiler; belediye dairesine gittik. Bizi gören memurları ani bir telaş aldı. Daire kısmen kapalı ve muametat tamamen durmuştu.

devam