geri

Hatay'da intihap (Seçim) Başlıyor

 

   Cenevre'de artık nihai kararlar verilmiş ve Milletler Cemiyeti namına (adına) Komisyon-u Mahsus Hatay'da intihabı (seçimi) idare etmek üzere yola çıkmıştı. Ben de Antakya'ya döndüm. Parti namına İntihap Komisyonu ile temas ve muhabere etmek (haberleşme sağlamak) üzere partide vazife aldım. Ben İstanbul'da iken Firuz Kesim Antakya Başkonsolosluğu'ndan merkeze tayin olmuş, yerine Celal Karasapan gönderilmişti. Bu sırada Hariciye Vekili Dr. Rüştü Aras'ın Beyrut'a geldiğini, Beyrut'tan da Halep tarikiyle (yoluyla) avdet edeceğini işittik. Halep istasyonunda kendilerini karşılamak üzere partiden kalabalık bir heyet halinde Halep'e gittik. İstasyonda 200 kadar Hataylı toplanmıştı. Kalabalık arasında beni gören Refık Amir, Hariciye Vekili'nin bulunduğu salona beni götürdü. Salonda Fransız ve Suriyeli sivil ve askeri yüksek şahsiyetler bulunuyordu. Rüştü Aras beni görünce boynuma sarıldı ve yanında yer gösterdi. Resmi şahıslar ayrıldıktan sonra Hatay'dan gelenleri de toplu olarak kabul etti. Hataylıların alkışları "Ata'ya selam" sesleri arasında tren istasyondan ayrılırken Hariciye Vekili beni de Adana'ya kadar beraber gitmek üzere davet etti.

   15 Nisan 1938'de Hatay'da seçim işleri başladı. Statü mucibince (gereğince) Milletler Cemiyeti Komisyonu nezdinde Hatay'daki cemaatlerin mümessilleri de bulunacaktı. Birinci dereceden müntehiplerin (seçmenlerin) rey kartları her cemaat için başka renkte tespit edilmişti; Türkler kırmızı kart alıyorlardı. Sandık başlarında, şehirde ve köylerde Türklerle diğer unsurlar arasında, bazen de polis ve jandarma ile kavgalar dövüşmeler eksik olmuyordu. Suriye'den kamyonlarla getirilen yabancılar bir saat içinde rey verdikten sonra çekilip gidiyorlardı. İntihap komisyonu da dahil olmak üzere bütün resmi otoriteler, Türklere her türlü müşkülatı çıkarıyorlar, gayri Türk unsurlara bilakis kolaylıklar gösteriyorlardı. Bazı resmi şahısların intihap bürolarında veya civarında dolaştıkları ve seçmenler üzerinde tazyikler yaptıkları görülüyordu. Açık ve gizli bir gayret Türk ekseriyetini ekalliyete (çoğunluğunu azınlığa) düşürmek için elinden geleni yapıyordu. Kırıkhan kazasının dağ köylerinde, yüzlerce seneden beri halis Türk olarak yaşayanlar arasında Sünni Müslüman yazılmak isteyenler bile çıkmıştı. Halbuki Türk ırkından olanlar için din ve mezhep farklarına göre bir ayrılığı statü dahi kabul etmemişti.

   İntihap bitaraf ve adilane idare edilmediği için Türklerde itimatsızlık uyandırdı. Kanuni olmayan vakalar hakkında İntihap Komisyonu'na parti tarafından protestolar yazılmakla beraber parti namına Komisyon heyetiyle şifahi temaslar da yapılıyordu. Buna rağmen mevcut politik hava ve müdahaleler bertaraf edilmediğinden parti, vaziyeti Türkiye Cumhuriyeti'ne, Fransa Hükümeti'ne ve Milletler Cemiyeti'ne bildirmek lüzumunu duydu ve müteaddit telgraflarla müracaatlarda bulundu. Memlekette emniyet ve asayiş her tarafta bozulmuştu. Müntehiplerin (seçmenlerin) sandık başlarına selametle gitmeleri her tarafta mümkün olmuyordu. Bundan başka sandık başlarında, bahusus (özellikle) köylerde kanlı hadiseler de oluyordu. Emniyet ve asayişi teminle mükellef olan hükümet kuvvetleri hep birden Türkler aleyhine çalışıyorlardı.

   Bir gün İskenderun'da delege muavini De Mingue'i tesadüfen gördüm, konuşurken Türk-Fransız dostluğunun tarihi günler geçirmekte olduğunu, Hatay'da intihap işlerinin her iki devlet içinde iyi netice vermeyeceğini, en doğru siyasetin, Milletler Cemiyeti'ni karıştırmaksızın Hatay davasını Türkiye ve Fransa'nın dostça halletmeleri olacağını, nazarı dikkati celbeden bir ifade ile anlattı. Bunun şahsi mütalaası (görüşü) olduğunu da ilave etmeyi unutmadı. Muhavereyi (konuşmayı) ve bundan edindiğim intibaı (izlenimi) bir mektupla İskenderun Konsolosu Fethi Denli vasıtasıyla Ankara'ya bildirdim. Bu sırada delege Garreaux ve Başkonsolos Karasapan Ankara'da bulunuyorlardı.

devam