İhtilal Hareketleri Başlıyor
Suriye'de yeni ittifak muahedesi mucibince (gereğince) müstakil Suriye devleti için mebus seçimi yapılacağı ilan edildi. Arkadaşlarımıza seçime katiyen iştirak etmemelerini ve alaka göstermemelerini bildirdik. Bir gün beni Ankara'ya acele çağırdılar. Tayfur Sökmen'le beraber Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer'in dairesine gittik. Davamızla pek alakadar olan bu zat bana şunları söyledi: "Atatürk'ün Büyük Millet Meclisi'ndeki nutuklarının Sancak'ta nasıl akisler yarattığını bildirmek üzere, hemen oraya hereket etmelisiniz."
"Yalnız nutkun akisleri ve tesirleri matlup (istenilen) ise bunun için oraya kadar gitmeme lüzum yok. Oradaki arkadaşlarımızdan öğrenebiliriz. Eğer mabadi (arkası) gelecek bir ihtilal hareketi isteniyorsa gideyim. Bu takdirde nasıl yardım yapılacaktır" demem üzerine bunları "Vekille görüşünüz" cevabını verdi. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, henüz makamına
gelmemişti, otele döndük. Biraz sonra Katib-i Umumi Hasan Rıza Soyak, otele geldi. Kendisiyle görüşürken evvelki akşam Atatürk'ün çok hiddetlendiğini: "Antakya, İskenderun için bana nutuk söylettiniz. Fakat ortada bir şey yok" diye etrafındakilere çıkıştığını, bunun için oraya giderek bir hareket yaratmak icap ettiğini söyledi. Fiili yardım ve müdahale yapılmasını rica ettim. Hasan Rıza Soyak: "Dahiliye Vekili ile görüştüğünüzde etraflıca konuşarak size yapabilecekleri yardımın şeklini tespit edin, Evvela Suriye intihabına (seçimine) iştirak etmemek (katılmamak) suretiyle başkaldırma vaziyeti ihdas edin (ortaya koyun). Bundan sonra bakalım cereyan neler gösterir. Ona göre hareket ederiz" diyerek iyi yolculuklar ve muvafakıyetler temennisiyle ayrıldı. O gün saat 4'te Dahiliye Vekili bizi kabul etti: "Git vaziyete hakim ol, bizim mutemedimiz olarak icap eden şekilde hareket et. Bizimle daima muhaberede bulun, yazacakların ne olursa olsun şahsen bana yaz. Gece gündüz en seri vasıtayla beni bulacaktır" direktifini verdi.Halep istikametinde giden tren o gün saat 6'da hareket edecekti. İstasyonda Celal Selçuk'un benimle beraber gideceğini öğrendim. Toprakkale'de Celal Halep yoluyla ben de Dörtyol tarikiyle gitmek üzere ayrıldık. Dörtyol'da vazifeli arkadaşlarıma gelişimin sebebini anlattım. Hudutta Aktepe nahiyesinde iskan edilmiş olan bir Kürt aşiretinin reisi Koço'nun kendilerine müracaatla Türkiye'den af dilediğini ve Suriyeliler aleyhinde emrimizde çalışacağını, bu teklifi bağlı oldukları Adana servisine bildirdiklerini, cevap beklemekte olduklarını söylediler. Mesaim dahiline(çalışmam içine) girecek bir mevzu olduğu için keyfiyeti Dörtyol kaymakamı vasıtasıyla şifre ile Dahiliye Vekili'ne bildirdik. Bu münasebetle geceyi
Dörtyol 'da geçirdim. Ertesi gün akşama kadar cevabı bekledik. Tren saati geldiğinden cevabı almadan Dörtyol'dan ayrıldım. Geç vakit İskenderun'a yetiştim. İstasyonda polis pasaportumu aldı. Şahıslarını tanıdığım sivil polisler beni otel ve lokantada takip ettiler. Lokantada iki dostum beni görünce yanıma gelip: "Şimdi Durieux'un evinde briç oynuyorduk. İskenderun'a geldiğini telefonla bildirdiler. Antakya'da vaziyet iyi değildir. İki gün sonra intihap (seçim) var. Bir kısım arkadaşlarınızı Antakya'dan uzaklaştırdılar. Sen de birkaç gün Antakya'ya gitme" dedi.Bu sözlerden canım sıkıldı. Kafamda birtakım şüpheler uyandı. En iyisi bu gece bir yolunu bulup delege Durieux ile görüşmek, buraya gelişimin sebebini maskeleyerek vaziyeti anlamak olacaktı. Beni delege ile hemen görüştürmelerini bu zatlardan rica ettim. Biraz sonra delegenin, beni evinde kabul edeceği cevabını getirdiler. Saat 8'de, holdeki yemek masasının etrafında oturan Madam ve Matmazel Durieux beni nezaketle karşıladılar, misafir odasına aldılar. İstihza ile karışık tebessümü andıran bir çehre ile Durieux birkaç aydan beri sancakta bulunmadığını, bu müddet zarfında burada epeyi değişiklikler olduğunu, şimdi de intihap (seçim) dolayısıyla Antakya'da yanlış hareketleri yüzünden arkadaşlarımın bazılarını Halep'e ve Humus'a göndermek mecburiyetinde kaldıklarını, Antakya'da yerli bir Türk hakime Türkler tarafindan dayak atıldığını, buna benim esef edeceğimi zannettiğini söyledi. Gönderilen arkadaşlarımın isimlerini okudu: Samih Azmi, Vedii Karabay, Selim Çelenk, Rasih Bensan, Kadri Mürsel.
Bu havadisleri sizden öğreniyorum. Sizinle Türkler arasında ihtilaf olmasına esef duydum. İstanbul'dan hususi işlerim için geldim. Sizden burada doktorluk yapmış olduguma
dair bir vesika alıp Halep'te Türk konsolosuna tasdik ettireceğim. Burayı terk etmeye karar verdiğim için buranın havadisleri artık beni fazla meşgul etmiyor" tarzında idarei kelam ettim."Size vesikayı yarın sabah vereyim. Bir iki gün için burada bulunmayacağım. Belki siz de hemen İstanbul'a dönersiniz. Eğer birkaç gün kalmak isterseniz otelde rahat edemeyeceğinizden sizi evimize misafir edelim. " Madam Durieux'e de hitap ederek, "Doktor hemen İstanbul'a dönecekmiş. Ne yazık. Burada kalsaydı Türklerle olan anlaşmazlığı kendisiyle hallederdik" dedi. "Niçin siz bu anlaşmazlıklara sebebiyet veriyorsunuz. Türklerin davası malum, Sancağın istiklalini istiyorlar. Sizde buna taraftar olmalısınız" demem üzerine şunları söyledi: "Aziz doktorum. Ben Türkmuhibi (dostu) olduğum halde siz Türkler beni anlayamadınız. İstanbul gazeteleri, bahusus (özellikle) Cumhuriyet gazetesi aleyhimde yazılar neşrediyor. Şimdi intihap münasebetiyle isyankar vaziyet almışsınız. Cemiyeti Akvam'dan isteyeceğiniz şeyleri bizden istiyorsunuz."
"Evet ama siz de mandater sıfatıyla Türk hukukunu tanımışsınız. Bunu tatbikatta da göstermelisiniz" dedim. Durieux "Nedir tatbik etmediğimiz? Mekteplerinizde Türkçe ders okunuyor, hükümet muamelatında Türkçe iş görülüyor. Fakat siz Suriye camiasında, Suriye kanunlarıyla mukayyet (bağlı) olduğunuzu unutarak başka bir devlet olan Türkiye hesabına çalışıyorsunuz. Buradan yazılan yanlış haberlere Türkiye de inanıyor. Bunlar Türk-Fransız dostluğunu müteessir etmez mi? Bugün arkadaşlarınızdan bazılarını uzaklaştırmak mecburiyetinde kaldım. Belki yarın daha geniş mikyasta gönderirim, veya tevkifler yapmak mecburiyetinde kalırım. Bunlar benim kabahatim mi?" sözlerini sarfetti.
Bu mülakattan bence dikkate değen şu neticeler çıkıyordu: 1- Türkiye'ye dönmemin ihsas edilmiş (sezdirilmiş) olduğu, 2- Arkadaşlarımın maruz kaldıkları muamele ile beni tehdit etmek istedikleri, 3- Sancak rneselesinde Türklerin taleplerini yerine getirmeyecekleri.
Gece bir iki arkadaşı görerek bunlardan malumat almaya çalıştım. Jandarmaların yolları tuttuklarını, kışladan askerlerin kamyonlarla meçhul semtlere gönderildiğini, Aktepe'ye Koço'yu görmeye giden arkadaşımız Bostan Mercan'la beraberindeki kolcu Edip'in jandarmalar tarafından yakalandığını, Edip'in tevkif edildiğini, Bostan Mercan'ın kahvesinin basılarak Türkiye'den gelen birinin arandığını ve Türklerin intihaba (seçime) iştirak etmeyeceklerini öğrendim. Ben Dörtyol'dan ayrıldıktan sonra Ankara'dan cevap gelmiş, bana yetiştirilmesi için İskenderun'da Bostan Mercan'a göndermişler. O da beni görmeden haberi Koço'ya yetiştirmeye istical (acele) etmiş. Ertesi sabah erkenden otele gelen arkadaşlarımız benimle Celal Selçuk'un hususi maksatla geldiğimizi, Celal'in Reyhanlı ve Antakya'da bunu alenen söylediğini, intihaba iştirak edilmemesi için çalışacağımızı, bir iki muhalifi görerek teyit eylediğini (doğruladığını) anlattılar. Tam o esnada otele doğru gelmekte olan Celal Selçuk'u polisler yakalayarak hükümet konağına doğru götürdüler. Bunun mahiyetini anlamak üzere otelden çıkıp hükümete doğru giderken bir polis dün akşam istasyonda alınan pasaportumu iade etti. Bana sorulmaksızın çıkış vizesi yapılmıştı. Antakya ile telefonla konuşmak istedim. Telefon dairesinde kimi istiyorsam onu Antakya'da resmi bir daireye çağıracaklarını, başka suretle konuşmak
mümkün olmayacağını bildirdiler. Telgraf çekmeyi düşündüm. Telgrafımın delegasyon tarafından vize edilmedikçe çekilemeyeceğini beyan ettiler. Güya bu tedbirler umumi olarak intihap (seçim) için alınmıştı.