geri

İskenderun Sancağı

 

   Fransız manda idaresi, Suriye ve Lübnan'ı, Halep, Şam, Lübnan devletleri ile Lazkıye Alevi devleti adları altında parçalara ayırmıştı. Bir de İskenderun Müstakil Sancağı kurulmuştu ki, bu suretle Ankara İtilafnamesi'ndeki siyasi taahhütlere uygun hususi bir idare tatbik edilecekti. Halbuki bu mıntıkada tatbik edilmiş olan idare şekli muhtelif safhalar geçirdi. İlk zamanlarda İskenderun (Adana Fransız işgali altındayken), Cebelibereket Sancağına tabi Dörtyol kazası ile birlikte bir idari ünite olarak Beyrut'taki Fransız Fevkalade Komiserliği'ne bağlı bir guvernör idaresine bırakıldı; 1921 'de de Fevkalade Komiserin bir kararnamesi ile İskenderun Sancağı namı altında bir nevi idari otonomi ile Halep devletine bağlandı. Daire reisleriyle hakimlerin tayini Halep devleti tarafından. yapılmak şartıyla idare başına sivil bir mutasarrıf getirildi. Osmanlı kanunları yürürlükte bırakılmıştı. Adli teşkilat, Beyrut Temyiz Mahkemesi'ne bağlı olmak üzere İskenderun'da bir istinaf mahkemesi kuruldu. Aynı tarihte cenupta (güneyde) Bayır Bucak nahiyeleri İskenderun sancağından ayrılarak Lazkıye'ye bağlandı. Zamanla İskenderun Sancağı da Suriye hükümetinin başkenti Şam'ın nüfuz ve idaresi altına girdi. Bir taraftan da bu mıntıkanın Suriye'nin bir parçası olduğunu, kayıtsız şartsız Şam'a bağlı kalması lüzumunu savunan bir cereyan yaratıldı. Bu yüzden Sancak ahalisi ikiye ayrılmış oldu: Türklerin çoğu ve bir kısım Alevilerle Ermeniler Sancağın müstakil olmasını, Sünni Araplar, Araplık iddia eden birkaç aile, Arapça konuşan Hıristiyanlar ve bir kısım Aleviler Şam'a bağlanmasını istiyorlardı. Bu ikilik, Suriye ve Lübnan gazetelerinde akislerini gösterdi. Bazı Arapça gazeteler İskenderun Sancağı Arap ekseriyetini haiz olduğundan Şam'dan ayrılmayacağını, Fransızca çıkan bazı gazeteler de burada muhtelif unsurların mevcudiyeti dolayısıyla mıntıkanın bir hususiyeti olduğunu yazdılar.

   Manda idarecileri her iki cereyanı da desteklemekle beraber müstakil Sancak fikrini daha çok benimsemişlerdi. Resmiyette müstakil İskenderun Sancağı etiketi yer almıştı. Şam'a taraftar olanlar "bir merkez-i İslam olan Şam'a merbut kalmak, Sancakta Müslümanlığın tefevvukunu (üstünlüğünü), hakimiyetini temin eder. Müstakil Sancak ise doğrudan doğruya Beyrut'taki Fevkalade Komiserliğe bağlı kalmak demektir ki bu da Hıristiyanlara mahküm olmak neticesini doğurur " şeklinde propagandalar yapıyorlardı. Müslümanlık progagandası politika yapmayan saf ve samimi Türklere de cazip göründüğünden Şam taraftarları bunu istismar etmekte asla tereddüt etmediler. Müstakil İskenderun Sancağı fikrini müdafaa edenler de buranın hususi bir idareye tabi tutulmasıyla Şam'ın fazla nüfuzundan kurtulmak, Türkçenin resmi bir dil olarak kullanılması, maliyesinin ve idaresinin müstakil kalması dolayısıyla memurların yerlilerden alınması icap edeceği mütalaasını (görüşünü) ileri sürüyorlardı. Türkler ekseriyetle buna taraftar oldular. Fransızlar ile görüşmelerimizde hep bu rejim üzerinde ısrar ettik.

   Türklerin büyük ekseriyetinin kitle halinde bir maksada bağlı kalması mahzurlu görülmüş olmalı ki bunları parçalamak yoluna gidildi. Arap hükümeti ilanında faal (etkin) rol oynamış bir şahsın oğlu, Türk Halk Teşekkülü namı altında bir cemiyet kurmaya kalkıştı. Bir gün Ulu Cami'de Sancağın müstakil olması lehinde nümayişler yaptılar, nutuklar söyleyerek "Yaşasın Manda, Yaşasın Manda" diye bağırdılar. Buna karşılık Suriye Meclisi Mebusan Reisi ve Sabık Devlet Reisi aynı camide mimbere çıkarak Sancağın müstakil (bağımsız) olması aleyhinde konuştu. Böylece günün politikası camilere intikal ettirilmişti.

   1925 senesinde sancağın siyasi manzarası ve dahili politikası bu şekilde idi.

   İstikbalde iş görebilmek için müstakil Sancak cereyanının yerleşmesine, genişlemesine çalışmak uygun olacağı kanaati bizde hasıl oldu. Çalışmalarımızı bu yolda teksif etmeye (yoğunlaştırmaya) karar verdik.

   Arapça bilmedikleri, hep Türkçe konuştukları için Ermeniler, Türkçe lisanının resmiyette geniş yer alması isteğinde bizimle birleşiyorlardı. Buna, Arap taassubundan incinmiş oldukları için bir kısım Aleviler de iltihak ediyordu (katılıyordu). Müstakil Sancak cereyanını Fransız idarecileri yarattıklarından bunun taraftarlarını hırpalamayacakları için politika hayatında biraz serbest çalışabilmek bizce mümkün olacaktı. Nitekim milli davamızın başka unsurlara siyasi endişe vermeyen bazı safhalarını açıkça yürütebildik. Şam'dan sancağa Arap memurlar gönderilmesi aleyhinde bulunduk. Beyrut'taki Fransız Fevkalade Komiserlere, Cemiyet-i Akvam'daki murahhaslarına şikayetlerimizi aksettirmeye başladık.

   Fakat bunun neticesi olarak Şam'dan gelecek bir memurun yerine ya bir Alevi yahut bir Ermeni veya Hıristiyan tayin edildi. Bu hal bize bir iddia ve şikayet mevzuu daha yaratmış oldu. İskenderun Sancağı'ndan Suriye Meclisine mebus gönderilmemesi, mebusların İskenderun'da toplanmaları fikrini ortaya attık. 1926'da Suriye ve Lübnan Fransız Fevkalade Komseri De Jouvenel'in Türkiye'ye gelmesi ve Türkiye ile Suriye arasında Dostluk ve İyi Komşuluk Muahedesini (antlaşmasını) imza etmesi, bahusus (özellikle) İskenderun'da bir hükümete inkılap edebilecek idare şekli tatbik edeceğine dair gazetelere beyanatı, bize yeni taleplerde bulunmak cesaretini verdi. Ermeni ve Alevilerin ekseriyetini temsil eden kimselerle muhtelit toplantılar yaparak mebuslarının İskenderun'da içtima etmelerini temin hususunda teşebbüse geçilmesini uygun gördük. Ben ve Abdülgani Türkmen gerek muhitte gerekse Fransız memurları nezdinde Türk unsuru namına söz söylemek yahut Türklere tebliğ edilecek şeylere muhatap olmak vaziyetine gelmiştik.

devam