geri

Temaslar Devam Ediyor

 

   1923 sonlarında Antakya'ya döndüm. Burası şimdi kaynaşan bir manzara arzediyor. Şöyle ki, hocalar ve ağalar saltanatı çok artmış, Türkiye'den kaçan ve kovulanlarla cinsi, cibilliyeti meçhul türedilerin oymağı olmuş. Hem öyle bir saltanat ki, kraldan ziyade krallık taraftarı, öyle bir oymak ki, dağdan gelenler bağdakileri kovarlar darbı-meselince yerlilerden ziyade memlekete sahip görünerek Araplık iddiasında bulunuyorlardı. Nüfus kütüğüne Arap yazılanlar, Türk oldukları halde, adlarına bir "al" ilavesiyle hesp ve neseblerini Haşimilere, Halit Bin Velid'e kadar çıkaranlar vardı.

   Üç beş arkadaş el ele vererek anavatanımız Türkiye lehinde propaganda yapmaya başladık. Propagandalarımız Fransız idarecilerine aksettikçe, ikide bir delegeler, kumandanlar, istihbarat reisleri bizleri çağırıp, tehdit ederlerdi. Öyle zamanlar oldu ki, bir günde üç kere hükümete, resmi dairelere suçlu olarak çağrıldık. Anadolu'da Hilaliahmer (Kızılay) için Antakya'da topladığımız paralar yüzünden iane komisyonu reisimiz Hacı Sakip Müftü hapsedildi.

   Hilaliahmer ianesi bura Türklerinin vatan ve istiklal aşkına güzel bir misal teşkil etti. İktisadi vaziyetin çok sarsılmış olmasına rağmen Antakya kazası bir gün içinde on binlerce lira teberrü etti (bağış yaptı). Altınözü'nde bir Türk köyünde ihtiyar ve fakir bir kadının "4 zeytin ağacım var. ikisini satın, parasını gönderin" diye yalvarması; genç bir kızın parmağındaki yüzüğü çıkararak "Benim bundan başka verecek bir şeyim yok, bunu kabul edin" demesi, hepimizin siyasi gayemiz uğrundaki cesaretimizi arttıran bir heyecan kaynağı oldu.

   Lozan muahedenamesiyle bura ahalisine verilen tabiiyet hıyar hakkı (seçme hakkı) 1926'da nihayet bulacaktı. Birçok Türk, haklarını Türkiye lehine kullanarak göçmek için hazırlandılar. Bereket versin Halep'te Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu'nun terk-i tabiiyet işlerinde bililtizam gösterdiği müşkülat, (zorluk), memleketi terk etmemek hususundaki propagandalar buna mani oldu. Halk itimat ettiği münevverlerin sözlerini dinlemeye başlamıştı.

   Genç nesil arasında muhitte amil olabilecek kimse yoktu. İdadi tahsilini bitirmiş gençleri teşvik ederek anavatanda yüksek tahsile sevketmek, ilerisi için ümitli, verimli bir teşebbüs olabilirdi. Nitekim zamanla İstanbul ve Ankara üniversitelerinde yetişen Hataylı gençler Hatay mücadelesinde ve kurtuluşunda faal birer vazife gördüler.

   Senede birkaç kere İstanbul ve Ankara'ya giderdim. Bir defasında Adana'daki arkadaşlarım vasıtasıyla bir zat ile tanıştım. Bu zat oradaki milli emniyet teşekkülünün davamızla meşgul olması hususunu temin etti. Aynı zamanda Halep'te Türk Konsoloshanesi ile de münasebet tesis etmiştik.

   Türkiye'deki resmi otoritelerin bu kanallar vasıtasıyla bizimle meşgul olmak istediklerine çok sevindik. Ümitlerimiz takviye edilmiş oldu. Gizli muhaberelere başladık. Aramızda iş taksimi yapmak suretiyle altı arkadaş (Abdülgani Türkmen, Dr. Abdurrahman Melek, Vedi Karabay, Selim Çelenk, Samih Azmi Ezer, Abdullah Mürseloğlu) birbirimize candan sarılmış halde çalışmaya başladık. Mehmet Tacirli de bir zaman sonra aramıza katıldı. Şükrü Balcı, komitenin naşir-i efkarı (fıkirler yayıcısı) olarak daima temasta idi.

devam