geri

Şam'a Bağlı Müstakil İskenderun Sancağı Devrinde

 

   Artık Şam'a bağlı kalma devresi başlamıştı. Bu devrede geçen safhalar bize serbestçe söz söylemek, Suriye'den ayrı bir idareyi resmen istemek, Türk menfaatlarını ileri sürmek zeminini hazırlamıştı. Anavatandaki matbuatın ara sıra Suriye gazetelerine cevap vermeleri, İskenderun sancağında yayımlanan Türk kültürü ile alakalı yazılar, halkın bizi tuttuğumuz yolda takip etmelerine çok yardım etti. Tahsilde bulunan gençlerin sık sık mektuplar, mecmualar, gazeteler göndermeleri akraba ve ahbaplarını bize celbediyordu. Anavatanla muhabere ve fikir temasları genişlemişti. Gün geçtikçe vaziyet gözle görülecek derecede ilerledi. Çarşı ve dükkanlarda Gazi, İsmet ve Fevzi Paşaların resimleri görülüyor,kahvelerde, gazinolarda gramofonların çaldığı İzmir ve Sakarya marşları işitiliyordu.

   İkide bir polisler bu resimleri topladıkça 24 saat içinde yenileri daha çok sayıda ortaya çıkıyordu. Bunları kim getiriyordu, kim çoğaltıyordu? Bu bir meçhul olarak kalmıştı. İsticvap (sorgulanmak) için hükümet dairelerine çağrılanlar göğüslerini gere gere gidiyorlar, nezaret veya tevkiften kurtulur kurtulmaz resimlerden, plaklardan yenilerini tedarik etmekten çekinmiyorlardı. Gün geçtikçe artan bu fikir hareketleri bir Türk gencini (Şükrü Balcı) Antakya'da bir mecmua çıkarmak gibi hayırlı bir teşebbüse sevketti. İki sene evveline kadar hayatta olan babası Hacı Fehmi Balcı ile beraber çalışmış, bu yüzden zavallı ihtiyarın Fransız Askeri Mahkemesi tarafından hapsettirilmesinden derin ıstırap duymuştuk. Şimdi oğlu ile beraber çalışmaktan zevk duyacaktık.

   Mecmuanın ruhsatını almaya muvaffak olamıyorduk. Ancak yazı heyeti olarak bizlerle beraber, içinde bir Ermeni, bir resmi memur ve bir de hoca bulunan bir heyet göstermek, hem Türkçe, hem Fransızca neşriyat yapmak şartıyla izni alabildik. " Yeni Mecmua" namıyla çıkan mecmuanın ilk nüshalarında maksadımızı maske ederek içtimai, ilmi makalelerle işe başladık. Yavaş yavaş siyasi mevzulara girdik. Sancağın istiklali lehinde, Şam'ın nüfuzu ve Suriye'nin vahdeti aleyhinde yazılar yazdık, Suriye gazetelerine çattık. Sancaktaki idareyi ve memurları tenkit ettik. Yazılarımız muhit (çevre) halkında çok alaka uyandırdı. Yazı yazan gençlerin adedi arttı. Yeni Mecmua'nın etrafında sanki bir Türk birliği teessüs etmiş (kurulmuş) oldu.

   Mesai tarzımız biraz daha intizam kesbetti. Adana'da milli emniyet, Halep'te Türk Konsolosluğu ile muhaberelerimiz başladı. İskenderun, Kırıkhan ve Reyhanlı ile bazı köylerde teşkilatımız ve mutemetlerimiz oldu. Her şeyden vaktinde haberdar olmak, kuvvetli propaganda ile istediğimiz meseleye istediğimiz istikameti vermek mümkün oluyordu. Tüccar, doktor, avukat gibi kıymetli elemanlarla, mecmua ve benzeri vasıtalarla, her sınıf halk ve hatta köylülerle daimi temas halinde idik. Yazı ve sözlerimizden dolayı ikide bir resmi makamların tazyiklerine maruz kalmak, yahut bunlar tarafından izrar edilmek bizler için bir adet hükmüne girmişti. Hiç aldırış etmiyorduk.

   1928 senesinde Antakya'da mebus intihabı (seçimi) epeyce gürültülü oldu. Biz intihaba alakasız kaldık. Bununla beraber mebusların Sancaktan Şam'a gitmemeleri için yeniden gayret gösterdik. Şam meclisinde Sancak mebuslarından Süreyya Halef ve Ahmet Mürseloğlu - Fransız otoritesinin muvafakatiyle olsa gerek Türkçe konuştular. Hatta Ahmet Mürsel İskenderun istiklali lehinde Türkçe nutuk dahi okumuş ve bu nutuk zabıtlarda yer almıştı. Buna şu mana veriliyordu: Sancakta gittikçe genişleyen istiklal cereyanı, Fransız makamları tarafından Suriyelilere bir tehlike olarak gösteriliyor, birtakım tavizlerle tehlikenin önüne geçebilmek için Şam Meclisinde Türkçe konuşturulmasına müsaade edilmesi tavsiye olunuyordu. Böylece Suriye Meclisinde milli bir birliğin bulunmadığı da dış aleme ilan edilmiş oluyordu.

 devam