Türk Hakimiyeti Resmen İsteniyor
Cemiyet-i Akvam mandalar komisyonundaki Fransız murahhası (delegesi) bölgemizde yaptığı senelik mutat temaslarında Türklerden yalnız şunu işitmeye başladı: "İskenderun sancağında ekseriyet Türktür. Burada Türk hakimiyetinden başka bir idare şekli Türklerin hukukunu kafil olamaz."
Manda otoritesi Türkleri okşamaktan geri kalmama yolunu tutmuştu. Resmi gün ve davetlerde bizlere gösterilen hürmet diğer unsurların dikkatlerini celbedecek dereceyi buldu.
Suriye'de Arap milli hareketleri her gün nümayişler şeklinde tezahür ediyordu. Halep'te ve başka şehirlerde dükkanlar kapatılıyor, grevler yapılıyor, çarpışmalar oluyordu. Halbuki İskenderun sancağında bu hadiselere tam bir alakasızlık hüküm sürüyor, Suriye taraftarlarının, sancaktaki Arap memurlarının bu husustaki teşvik ve tahrikleri hiç müessir olmuyordu. Türkler "bizim davamız başkadır" diyerek her şeyi reddediyorlardı. Bizde şu kanaat hasıl oldu: Hariçten veya dahilden gelecek herhangi bir teşvik Sancak Türklerini toplu halde Türklük lehine hareketten başka bir yola sevkedemez.
Beklediğimiz firsat zuhur etti. 1935 senesinde Fransızların Suriye ve Lübnan'daki mandaları ahden nihayet bulacaktı. Buna dair mandater makamların deklarasyonları, Suriyelilerin talepleri ve aralarında bir ittifak muahedesi yapılması fikri, Suriye'de Vatani Partisi ile hükümet taraftarları arasındaki mücadeleler günün havadisi olarak bize aksediyordu. Fransız idarecileri Sancak mebuslarına Suriye'nin siyasi durumunda mühim rol oynatmak istemiş olsalar gerek ki, bunlardan ikisi, Suriye hükümetinde vezaret (vezirlik) mevkiine getirildi. Sancak dahilinde de mebus, memur ve gayri Türk unsurlardan müteşekkil Suriye Vahdeti namı altında bir teşekkül kuruldu. Aralarında hem Suriye Vatani Partisi'ne, hem de hükümet partisine mensup olan kimseler bulunuyordu. Yalnız Türklere karşı bir cephe halindeydiler. Suriye siyasi mukadderatının (geleceğinin) görüşüleceği esnada (sırada) Sancağın, otonomisi nazarı itibara alınmak şartıyla Suriye ile aynı mukadderata bağlı kalmasını temin yolunda mazbatalar, telgraflar yağdırıyorlardı. Bir gün İskenderun'da delege Durieux bize dostane bir haber gönderdi: "Suriye siyasi mukadderatının halledilmek üzere bulunduğu şu sırada Türklerin hukukunun
kaybolmaması için, onların da Sancak otonomisini teyid edecek talepte ve müracaatlarda bulunmaları lazımdır."Bir zamandan beri Türklerin hariçten ve dahilden vaki olan teşviklere aldırış etmemeleri, hükümet mehafılinde (çevrelerinde) endişe uyandırmış olmalı ki, şimdi doğrudan doğruya Türklere dostluk taarruzu yapıyorlardı. Aynı zamanda yüz elliliklerden biri, arkadaşımız Vedii Karabay'a şu teklifi yapmıştı: "Suriye'nin mukadderatı değişmek üzeredir. Kürtdağı'ndan size istediğiniz kadar imza toplarım; bunlarla ve sizin imzanızla istediğiniz şekilde ne kadar mufassal olursa ücretini ben vereceğim Kürtdağı da dahil olmak üzere, İskenderun'un otonomisi lehinde Cemiyet-i Akvam'a telgraflar verelim."
Yine bu günlerde Abdülgani Türkmen ile ben Antakya'da hükümet konağına davet edildik. Mesalih-i hassa zabiti tarafından samimi dostluk sözleriyle karşılandık. Zabit, Durieux'un selamlarını tebliğden sonra onun, İskenderun Sancağı Sıhhiye Reisliğini kabul etmemi rica ettiğini bildirdi. Dostluk izharına (belirtisine) teşekkür etmekle beraber tekliflerine menfi (olumsuz) cevap verdik.
Halep'te bulunan 150' liklerden bir ikisinin Ankara'ya habercilik yaptıklarını işitmiştik. Bunlar, milli davamızda bize muhalif olanların sırf şahsi ve ailevi husumetler yüzünden muhalif kaldıklarına dair Ankara'da birkaç resmi zata da kanaat vermişlerdi. Halbuki muhalif olarak karşımıza dikilenlerle şahsi ve ailevi iyi dostluklarımız, münasebetlerimiz bulunduğu, hele ben, aramızda kendileri ile hoşnutsuzluk dahi olmayan kimselerle pek samimi arkadaşlık ettiğim halde, sırf milli davamızı benimsemeyip onun aleyhine hareket ettiklerinden, siyasi sahada onlardan ayrılmış, birbirimize hasım kesilmiştik.
Davamızın başarısı için yalnız Anavatana güvendiğimizden oradan işaret olmadıkça Cemiyet-i Akvam'a müracaatı muvafık (uygun) görmedik. Böyle bir kararla Ankara'ya geldim. Eski Halep Konsolosu Celal Mengillibörü'nün tavassutu ile (aracılığıyla) ancak Hariciyede Birinci Daire Umum Müdürü ile görüşebildim. Ankara'da hükümet makamları ile selahiyetli resmi şahıslarla henüz temas edemiyorduk. Sadra şifa verecek hiçbir cevap alamadan Antakya'ya döndüm. 15 günlük seyahatim esnasında Suriye'nin tam müstakil devlet olarak Fransa ile ittifak muahedesi yapacağı rivayetleri çıkmıştı. Paris'te intişar eden (yayınlanan) Intransigent gazetesinin başmuharriri o günlerde Antakya'ya gelmişti. Benden mülakat (görüşme) istedi. Evime geldi, uzun boylu konuştuk. Habeşistan harbini yakından takip etmek üzere Başvekil Laval tarafindan gönderildiğini, yolda Suriye'ye uğrayarak Arap liderleriyle görüştüğünü, şimdi de sancaktaki Türklerin davalarını öğrenmek istediğini söyledi. Birkaç sual sordu. Hulasaten şu cevapları verdim: "Biz evvela Anavatanımız Türkiye'ye kavuşmak isteriz. Buna muvaffak olamazsak, Suriye'den tamamen ayrı, müstakil bir hükümet şeklinde yaşamak azmindeyiz. Bu takdirde Fransa bize süt nine vazifesini görebilir."
Bir hafta sonra İstanbul'da çıkan Son Posta gazetesi "İskenderun'dan yükselen bir ses" serlevhasıyla bu söylediklerimi, Intransigent gazetesinden naklen yazmıştı.